Fanatiklik Böyle Bir şey

Benden size nasiyat fanatik olmayın. Çok kötü bir şey. Peki ne fanatikliğinden bahsediyorum. Oyun fanatikliği desem. Evet anladınız. Eski fanatikliğimi hatırlıyorum. Anne,baba ve ya dedemizden para koparır sonra bunları gider internet kafelerde harcardık. Peki ya internet kafelerin açılışından beri en çok neyin fanatiği olurduk. Cevap herkesin tahmin edebileceği gibi;Counter Strike

counter2ic4.jpg
Peki ya Counter bizi fanatiği yaptığında neler değişmişti. Bilgisayarda zamanımızı öldürürken asosyaleşmeye başladık. Yavaş yavaş oyunda insan öldürmekten şiddette başvuran bir cani olmaya başlamamışmıydık. Hayatımız ev-okul-cafe-ev üzerine kuruldu. Deli gibi oynuyorduk. Bazen 18 saatte çıkıyordu. Bu önümüze çıkanları indirdikçe çoşuyor. Daha çok hırs yapıyorduk. Peki ya evdekilerle diyalog kurabiliyormuyduk? Hayır en fazla günaydın,iyi akşamlar,merhaba gibi sözcükler sarf ediyor. Okulda ise durmadan yaptığımız ölüm maçları hakkında konuşup ben senden daha iyi oynarım. Havası girip karnelerimizde 1 görmeye alışıyorduk. Resmen yürüyen ve konuşan zombilere dönmüştük. Yaşayorduk ama ne için yaşadığımızı bilmiyorduk.
http://www.itusozluk.com/img.php/7dc1fa740f9e73baf3ff69d9dd56a96910502/counter+strike
Oyun oynayacaktık ama fanatiklik derecesinde ileri gitmemeliydik. Sonradan aslında bir hiç uğruna giden 18 saatin ardından üzüldük. Ama giden günlerimizin hesabu yoktu. Bu fanatiklik insanın başına bela kardeşim
Mustafa Türkan

7 Delikli Tokmak Bunu Bilmeyen Ahmak

Yazıma bu sefer bir bilmece ile başlamak istiyorum. Söyleyin bakalım. 7 Delikli tokmak bunu bilmeyen ahlak nedir bu? Hımm evet doğru bildiniz tabii insan. Fakat şimdileri 7 deliklimiyiz yoksa 100 delikli mi bunu düşünmek lazım. İnsanlar istanbul sokakları gibi kendilerini delik deşik yapıyorlar. Ya anladınız demek… Evet bende lafı tam da İstanbul’un sokaklarına  getirmek için bu kelimeleri kullandım. Siz de biliyorsunuzdur,istanbul’un sokakları eskiden böyle miydi? Ne düzgün ve akıl alıcı bir şehirdi. İstanbul’u gören başkentler kıskancıdan ağlardı. İnsanları mesut dertsizdi. Fakat o güzelim sokaklara neler oldu?

https://i0.wp.com/image.haber7.com/haber/40283.jpg

Delik deşik İstanbul sokakları var. Bir tarafı geliştirilirken sanki bir tarafı unutulmuş. Bütün insanlar nefretleri,kıskançlıklarını ve dertlerini oraya kusmuşlar ya da matkaplarla delik deşik etmişler. Bakıyorum bir zaman tablolardaki gibi güzel İstanbul şimdi neler de? Çocukluğumla birlikte uçmuş mu bu diyarlardan,yoksa tutamamış mıyız elimizde? Peki ya İstanbul 2010 kültür başkenti olmayı hak eden bir şehir mi? Şehirimizin kültür başkenti olması güzel ama hesas sorusu hak edip etmemesi. Cevap sizin Bir zamanların güzeller güzelini hastalandı mı?

Mustafa Türkan

Kadın Süper Kahraman Olur mu?

Aslında ben kendimce bir analiz yaptım. Ama tepkileri de üzerime çekmek istemem. Yazıma bence diyerek başlamak istiyorum. Bence olmaz. Peki neden böyle düşünüyorum? İki neden buldum. Bilmiyorum. Sizce neden ama örnek vererek açıklamaya çalışayım. Mesela örümcek adamı kadın olarak düşüne biliyormusunuz? Ben düşünmekte zorlanıyorum. Çünkü kadınlar narin ve biraz ürkek canlılar. Örümcekten yılanda korkarlar.  Yani kendinden korkan bir kahraman olmaz herhalde… Olsa bile ne kadar başarılı olurdu o da başka bir konu tabii.

https://i0.wp.com/www.flashtrackz.com/games/images/angelinajoliedressup300x300.jpg

Birde nazik olmaları demiştim. Aşırı derece yaralanmaya dayanabilecekleri sanmıyorum. Yapıları kahraman olmaya Elverişli değil. Ha filmlerde kadın kahramanlar görüyoruz. Ama adı üstünde film. Birde filmlerde kadın kahramanların kullanılma nedeni de kadın kahraman denilince şaşırmamış yani değişik bir fikir gibi. Yeni bir erkek filmin başarılı olması zor çünkü alışılmış ve sıkmaya başlamış. Ama kadınlar böyle değil daha bu fikirden bir süre yararlanılabilir. Şimdi birazda kadınlara iltifat etmek istemiyorum.

Kadınların hiç biri süper kahraman erkekler gibi deli ve zevksiz değillerdir. Mesela hangi kadın taytının üzerine kilot giyer ki. Kadınlar asla bu kadar zevksiz olmadı. Ve olmayacaklar gibi görünüyor. Olmasınlar zaten zaten erkeklere zevkleri tattıran tek onlar. Zevksiz bir hayatta çekilmez olurdu.

https://i0.wp.com/www.kadinella.com/wp-content/uploads/superwomen.jpg

Son olarak kadın süper kahraman olur. Fakat şu an akıl ve mantığımıza ters düşüyor. Kadınlara sesleniyor siz süslenip bizi bizden alamaya devam edin. Kaslı erkek gibi kadın istemiyoruz.

Mustafa Türkan

En iyi 10 Slasher Filmi

Posted On Haziran 16, 2009

Kategori: Dosya Konuları

Comments Dropped one response

Son yıllarda durmadan bir slasher remakesi yapma yarışı başlamış gibi. Acaba 70’lere geri dönüyoruz bilinmez ama bizde karar verdik ve en iyi 10 slasher filmini seçtik. Sizinde yorumlarınızı bekliyoruz.

1- Sapık (Pyscho) (1960)

Sinema tarihinin resmi kayıtlarına göre ilk slasher filmi. Annesi öldükten sonra yalnız yaşadığı malikanesinde psikolojik sıkıntılar çeken bir adamın, Norman Bates’in (Anthony Perkins) öyküsü aslında. Yani o ‘sapık katil’in. Alfred Hitchcock’un atmosfer yaratma yetisiyle ve çektiği gizemli banyo cinayeti sahnesiyle akıllarda yer eden yapıtın, aynı zamanda ABD’nin yerleşim bölgesi haline gelmemiş kısımlarındaki tehlikeye dikkat çekmesi önemli. Özellikle de bir otel, bir malikane ve bir bataklık mevcut ise…

2-Halloween (1978)

Slasher geleneğini başlatan film, aslında John Carpenter’ın müzisyen arka planıyla ve atmosfer yaratma yetisiyle öne çıkmıştı. Tabii, taşrada gezdiği var sayılan ‘Umacı’nın (Boogeyman) sinemasal bir zemine oturtarak toplumsal mesajlar depoladığını da unutmayalım. Alt türün, ahlaken yanlış şeyler yapan gençlerin öldürüldüğü, bakirelerin canlı kaldığı bir dünya yarattığını da ilk duyuran filmdir. Tabii katilinin Michael Myers adlı psikolojik sorunları olan bir seri katile dönüşmesi de önemli bir motiftir. Taşra evlerinde kapıların açık tutulmasını korkutucu bir zemine taşımasının yanında, aynı zamanda korkunun ‘kutsal bakire’si Jamie Lee Curtis’i türe sokmasıyla da dikkat çekmiştir.

3-Teksas Katliamı (The Texas Chain Saw Massacre) (1974)

Tobe Hooper’ın slasher tarihinde çığır açan filmi, artık ‘kötü’nün canavar veya uzaylı olmadığını ispatlayan ilk tür örneğiydi. Hooper’ın filmi el kamerasıyla çekip bu gerçekliğin daha da üzerine gitmesi ise önemliydi. Bir diğer önemli noktaysa filmin ABD’nin güneyindeki dehşete, bastırılmış korkuya ve tehlikeli oluşumlara dikkat çekebilmesiydi. Zira hiç konuşamayan maskeli slasher katili Leatherface, doğanın içinde yalnız başına yaşamaktan kafayı yemiş bir ailenin oğlu aslında. Kasap gibi insanları kesmesinin ve irileşmesinin de ana sebebi bu. Yani “Teksas Katliamı”, hem politik hem de sinemasal olarak kilit bir yapıt. Belgesel estetiğiyle çekilip arkasındaki gerçek hikayeye vurgu yapması da önemli…

4-Yüksek Tansiyon (Haute Tension) (2003)

ABD’deki slasher kasabalarının korkutuculuğunu Fransız sinemasına transfer ediyor. Öyle ki komün bir bölgede arkadaşını ziyarete gelen bir kız, bir anda tanımadığı bir adam tarafından takip edilmeye başlıyor. Tabii bu olay örgüsü, Fransız sinemasındaki psikolojik alt metinlerle dengelenip sinema tarihinde eşine benzerine rastlanmayacak bir sürpriz sonla noktalanıyor. Bu da filmi ‘yeni neslin slasherı’ yaparken, Fransız korku sinemasının da fitilini ateşlediğini yapıt konumuna oturtuyor. Alexandre Aja’nın filmini Tobe Hooper gibi el kamerası ile çekmesi ve bol kan dozu (gore) kullanıp istismar sinemasına yakın seyretmesi de bu gerilimin ya da korkunun ana tonunu belli ediyor.

5-Elm Sokağı’nda Kabus (Nightmare on Elm Street) (1984)

Slasherı sürreel öğelerin içine sokarak 70’lerin gerçekçi geleneğini biraz olsun farklılaştıran yapıt, korku filmlerinin usta yönetmeni Wes Craven’ın ilk önemli çıkışıydı. Rüyalardan çıkan, bu sebeple de kabusların bastırılmışlığının ve bilinçaltının temsili olan Freddy Krueger karakterinin doğaüstü güçlere sahip slasher katili prototipi, sonradan kültleşti. Zaten 1994’e kadar 8 devam filmiyle onurlandırılmasının yanında, 2000’lerde bir de “Freddy Jason’a Karşı” filmine gebe oldu. 80’lerde türün içine metafiziksel öğeler katan ilk film olarak alt tür tarihine yazıldı.

6-Peeping Tom (1960)

50’lern İngiltere’sinin önemli yönetmenlerinden Michael Powell, başrolünde Alman Karlheinz Böhm’ün oynadığı bir slasher ile “Sapık”a cevap veriyordu. Film o karakterin psikolojik sorunlarına odaklanan yapısıyla dikkat çekiyordu. Ailesi öldükten sonra yalnızlıktan mustarip bir kişiye dönüşen karakterimiz, elindeki kamerayı penis ve cinayet aleti olarak kullanıyordu film boyunca. Tabii unutulmaz sonda da o imgenin Amerikan slasherlarından ‘fark’ olarak yarattığı şeyler çok fazlaydı…

7-Tenebre (1982)

Bir Amerikan seri katil romanı yazarının etrafında işlenen cinayetleri ve aldığı tehditleri öne çıkaran alt tür filmi, birçok yapıtın esin kaynağıdır. “Çığlık”ın ‘telefondaki korkutucu ses’ ve ‘katilinin iki kişi olması’ gibi kullanımları bu filmden alıntıdır. İtalyan polisiyesi giallo ile iç içe geçen slasher, burada gore dozu yüksek ve stilize sahnelerle zirve yapmıştır. Korku sinemasının gelmiş geçmiş en iyi yönetmenlerinden Dario Argento’nun filmi aynı zamanda sinema tarihinin önemli plan sekanslarından birini de içinde bulundurur.

8-Çığlık (Scream) (1996)

Salsher türünü sinemaya yeniden döndüren film olması bir yana, aynı zamanda bir korku parodisi olarak da dikkat çekiyor. Zira aslında bu, slasher kalıplarını ve motiflerini parodize etmek için kullanan, ama bunu yaparken de bir o kadar bilinçli ve geriltici olabilen bir yapıt. Neve Campbell, David Arquette, Courteney Cox, Skeet Ulrich gibi oyuncuların rol aldığı filmin yönetmenlik koltuğunda Wes Craven var. Aynen serinin iki devam filminde de olduğu gibi. Tabii 70’lerde “Halloween” sayesinde yükselen, 80’lerin sonunda ise çöp muamelesi görmeye başlayan slasherı, teen-slasher adı altında okul üzerine yıkarak yeniden devreye sokması ve “I Know What You Did Last Summer”, “Urban Legend” gibi üç filmlik serilerin önünü açması açısından önemli bir yapıt.

9-Testere (Saw) (2004)

James Wan’ın slasherla kara filmi ve istismar filmini iç içe geçiren tür kırması filmi, aynı zamanda sürpriz sonuyla da dikkat çekiyordu. Tabii slasherların ahlak, katil, kurban gibi kavramlarının tamamını tersine çeviren bir yapıttı bu. Kapalı bir alanda sıkışmış, zincirle bağlı iki kurban ile açılması da bunu kanıtlıyordu. Sonradan dört devam filmiyle serisini sürdürerek kült mertebesine eriştiğini kanıtlayan yapıt, tür tarihinde önemli bir yere oturdu.

10-Candyman (1992)

Siyahi bir seri katilin, slasher katili görevine atadığı yapıt, aslında hem bu yönüyle hem de alt türü doğaüstü öğelerle bütünlemesiyle öne çıkar. Zira bu, aslında kadın ana karakterin bilinçaltında yaşadığını da düşünebileceğimiz, alt kültür bireyi bir katilin hikayesidir. Orijinalliği de buradan gelir zaten. “Hellraiser”ın yaratıcısı Clive Barker’ın türünü çözemediğimiz eserlerinin en önemlilerindendir biri bu. Virginia Madsen’in başrol, sonradan kültleşecek Tony Todd’un Candyman performansı da dikkat çekici elbette. Tabii katilin ayna karşısında üç kere ‘Şeker Adam’ deyince üreyen bir halk efsanesi olduğunu da ekleyelim.

Bu arada efsane  filmin afişi

Mustafa Türkan

Masallarda Yaşamak

Yine lafı nerden nereye getireceğim. İnsanlara bakıyorum hepsi gerçeklerden uzaklaşmış,yaratıkları masal dünyalarında yaşamaya çalışıyorlar. Fakat bunun yanlış olduğunu düşünemiyorlar. Çünkü hayaller dünyası ilk önce onlara şefkatli bir anne kucağı gibi dursa da bir süre sonra kişi gerçek dünya ile karşılaşmak zorunda kalınca ne kadar yanlış yaptığını görüyor. Çünkü kişi masal dünyasında yaşarken yaşadığı gerçek dünyayı unutmaya başlıyor. Başlarına kötü bir şey gelince beyaz atlı prensleri gelecek sanıyor. Bilmiyorlar ki beyaz atlı prens kendileri aslında. Masallar onları kandırıyor. Biraz düşünmek lazım değil mi?

https://i0.wp.com/www.3ayak.org/imaj/oceangray/caperucita-roja.jpg

Biraz düşünün yolda bir sihirli lamba buluyorsun. Ovalayınca içinden cin çıkıyor. Çıksa bile akıl mantık var. Onu sonuna kadar dinler misiniz? Yoksa arkanıza bakmadan kaçar mısınız? Hadi dinlediniz diyelim. Dilek olarak muhtemel iş dileyeceksiniz? Cinde böyle özel güç olsa neden sihir lambanın içinde yaşasın. Kendine bir saray yapar. Kimsenin dileğiyle uğraşmazdı.

Peki ya büyük annenizi ziyaret ediyorsunuz? Bir kurt büyük annenizin kılığına girmiş. Onu görünce yok kulağın neden büyük,ağzın neden kocaman gibi sorular sorarmıydınız? Tabiki de hayır. Saçma gelmiyor mu? Ama yanlış anlaşılmasın masal okuyun,dinleyin ki yaratıcılığınız artsın. Ama masallardan medet  ummayın. Onlara körü körüne bağlanmayın. Size bir dost gibi dursalarda aslında size kelepçede vurabilir masallar…

https://i0.wp.com/img.blogcu.com/uploads/benhaladeliyim_Attraction_by_BlueBlack.jpg

Masallarda yaşamak yazısı Mustafa Türkan tarafından sineyorum sitesi için yazılmıştır.

Mustafa Türkan

Ölümcül Oyunlar(Remake)

Korku sitesi bu filmin asıl yapımı inceleyince bende remakesi incelemek istedim. Ölümcül Oyunların konusunu çoğu sinema izleyicisi anlamıyor filmin konusunu şöyle düşünün ’ın varoluşundaki amaç, bana o klasik baba-oğul sigara senaryosunu hatırlatıyor. Sert babaların yaramaz çocuklara ders vermek amacıyla başvurdukları bu senaryonun, alkolden uyuşturucuya uzanan değişik versiyonlarını duymuşsunuzdur. Fakat ben en basit örneğini öne süreyim: Disiplinci Baba, çocuk yaşta oğlunu sigara içerken yakalar. Oğlanı bir odaya kilitler, önüne on paket sigara atar ve sigaraların hepsini bitirmeden odadan çıkmasını yasaklar.

Babanın teorisi şudur: Kısa sürede ekstrem oranda sigara içmek zorunda kalan çocuk, abartı sigara tüketimi yüzünden hasta olacaktır. Bu sayede hayatı boyunca ne zaman sigara görse iğrenecektir ve bir daha içmek istemeyecektir. Bu yaklaşımın geçerliliği ve insancılığı saatlerce tartışılabilir tabii ki işte Ölümcül oyunlar böyle bir şey…

Michael Hanekenin amacıda kurgusal şiddette alışmış. Amerikan seyircine nedensiz şiddettin (gerçek şiddetin) kötü yanını göstermek tabiki.

Peki asıl konuya gelirsek ;

Burjuva bir aileyi esir alan iki psikopatın, gece boyunca aileyi türlü işkenceden geçirmeleri etrafında dönüyor. Fakat bu sefer anlatım, kurbanlar yerine katillerin tarafını tutuyor. Yani bir süre sonra ne olursa olsun, katillerin kazanacağını biliyoruz. Hatta orijinal yapımın hayranlarına tanıdık gelecek bir uzaktan kumanda, bu durumun ne olursa olsun değişmeyeceğini kanıtlıyor.

Baş katil çoğu kez insanlara seslenip yıllarca bunlardan zevk aldığımızı anlatıyor. Eğer şiddet istiyorsak işte şiddet burada diyor. Ama bu sefer iyi bir sonun olmayacağını ahlaki üstünlüğümüzü koruyamayacağımızdan bahsediyor. Bu arada Paul rolünü oynayan Michael Pitt iyi bir seçim olmuş. Fakat Tim roth buraya ne kadar uymuş tartışılabilir.

Bu filmi izlerken kendimizi sorgulamaya başlıyoruz acaba gerçekten şiddette göz mü yumuyoruz. Artık nasıl toplumlar oluyoruz? Peki ya iki film arasında ufak farklar var ama genel olarak elimizde aynı filmler. Peki kötümü hayır ikisine de aynı aferini veririm.

Film tekrar çekim tarihi de yerinde olmuş. Tam bu zamanlarda şiddetle aklını yemiş toplumlara ulaşılabilir. İncelemeyi bir soruyla bitirmek istiyorum. 2 adet yumurta nelere yol açabilir?